top of page

MUHSİN AYGÜN

MUHSİN AYGÜN

E Mİ?

Çiçek motifli kolsuz bir yelekle fakültenin koridorundan jet hızıyla sınıfın kapısında biten, sert mizaçlı bir kadın öğretmenimiz vardı. Oldukça ciddi bir yüz ifadesi vardı. “Sıkıyorsa beni bir güldürün de göreyim” der gibi. Lüzumsuz gevezeliğe asla tahammülü yoktu. Kendisi koridorun başında göründü mü tüm bölüm öğrencileri çil yavrusu gibi sınıfa koşarlardı. Öğretmenimiz, hızlı ve emin adımlarla sınıfa girer, kürsüye geçer ve şöyle bir sınıfa göz gezdirirdi. Bir müddet sınıfa öylece bakınırdı. Sanki teker teker hepimizin yüz röntgenini çekiyor gibiydi. Sonra da kafasını birkaç kere hafifçe salladıktan sonra dersini işlemeye koyulurdu. Bu arada ağzı son derece iyi laf yapar ve dersini sabote eden öğrenciye nokta atışlarla güzel laf sokarak hem güldürür hem de düşündürürdü. Çinli mi Japon mu Koreli mi belli belirsiz çekik gözlü öğretmenimizin nereli olduğu merakımızı celp etmiş, fakat sormaya cesaret edememiştik. İlk dersten sonra üst sınıflardan Kırgız olduğunu öğrenmiştik. Her dersinde de hayretler içinde kalırdık. öğretmenimizin Türkçedeki deyim ve atasözlerini konuşmalarına ve dersin seyrine nasıl bu kadar profesyonelce yerleştirdiğini anlayamıyorduk. Meğerse kendisi zaten sekiz yıldır bizim okulda öğretim üyesi olarak çalışıyormuş. Bir dönem sonra sözleşmesinin bitmesine az bir süre kaldığını ve Kırgızistan’da bir üniversiteden teklif aldığını duymuştuk. Hasbelkader ben son sınıftayken bölüm başkanlığı kendisini lisans tez danışmanım olarak atamıştı. Tez konusunu belirlemek için odasına gittiğimde, “otur şuraya da söylediklerimi yaz. Konun şu. Birin biri, ikinin üçü…” Tezin şablonunu hazırladıktan sonra da, “tamam işimiz bitti. Bir an evvel hazırla. Bu çok iyi bir konu. Sana ileri de lazım olur. Şimdi çıkabilirsin.” demişti. Kendi kendime “anlaşılan sert bir izbanduta denk geldin, dönem uzattın hayırlı olsun kadersiz Muhsin,” demiştim. Tez konuları tüm
öğrencilere dağıtılmış ve artık ders dönemin son demlerine gelmiştik. Dönemin son zamanları fakültede bir söylenti dolanıyordu. Öğretmenimiz, Kırgızistan’da açılan Türk Dili bölümüne kitap bağışı için çağrıda bulunmuş. Fakat kampanyası pek ilgi görmemiş. Ben üniversite yıllarında bağlama, gitar ve piyano kursları vererek geçiniyordum. Öğrenci bulmak için sosyal medyayı oldukça aktif kullanıyordum. Sosyal medya hesabımdan kitap bağışı için bir duyuru yapmıştım. Bir hafta içinde ülkenin dört bir yanından üç koli kitap toplamıştım. Kitaplar elime ulaşır ulaşmaz öğretmenimin odasının kapısına bırakmıştım. Aradan iki gün geçtikten sonra beni odasına çağırtmıştı. Kendisini ilk defa gülerken görmüştüm. Yalın bir dille teşekkür etmişti. Kısa bir süre sonra da öğretmenimiz apar topar Türkiye’den ayrıldığını öğrenmiştik. Kitap vesilesiyle öğretmenimi son görüşüm olmuştu.

Lisanstan mezun olur olmaz bölüm başkanımız Doç. Dr. İlkin Gulusoy’un teşvikiyle yüksek lisansa başlamıştım. Yüksek lisansı da bitirdikten sonra doktora eğitimim için araştırmalara başlamıştım. Bir gün sosyal medyaya bakınırken öğretmenimin paylaştığı özlü bir söze yorum yapmıştım. Fakat mesajımı görmesine rağmen cevap vermemişti. Bir öğrenci arkadaşımla bir sohbetimiz esnasında babasının vefatından dolayı zor günler geçirdiğini öğrenmiştim. Babasıyla olan bir fotoğrafına bir iki cümle yazmıştım ve şansa o mesajıma cevap vermişti. Bunun üzerine laf lafı açmış ve arada sırada hâl hatır soracak kadar bir diyaloğumuz oluşmuştu. Kendisine, edebiyat çalışmalarımdan bahsediyor ve ondan fikirler alıyordum. Lisansüstü eğimime devam etmek isteğimden bahsedince de Kırgızistan’da doktora yapabileceğimi söylemişti. Ben zaten dünden razıymışım ki “neden olmasın?” demiştim. Bu arada kendisi kış aylarında sık sık hastalanan bir insandır. Soğuk aldı mı abooo iki hafta kendine gelemez. Yine kendisinin çok hasta olduğu günlerde doktoraya başvuru zamanı gelmişti. Haberi olur olmaz evraklar mail olarak benden istemişti. Hastalığına aldırmadan onca yolu git-gel yapmış bütün belgelerimi noterden çevirtmiş ve okulabaşvurumu bizzat o gidip yapmıştı. Yazılı sınav ve mülakat prosedüründen sonra okula kabul almıştım. Lisanstayken Türk lehçeleri dersinde Kırgızca grubundan kaçmış ve “Kırgızca bir işimize yaramaz. Onun yerine Azerbaycan Türkçesi öğrenelim. Hem dilimize daha yakın.” demiştim. Böyle söyleyerek kendisine ayıp ettiğimi ve cahilce davrandığımı o zamanlar anlayamamıştım. Hayatın insanı nereye savuracağını ve bir şeyleri lüzumsuz görmenin ne gibi fırsatları kaçırmaya neden olabileceğini öğrenmiştim. Bir zaman sonra okulun imza ve kesin kayıt işlemlerini yapmak üzere Kırgızistan’a gitmem gerekmişti. Öğretmenimle tüm planı yapmıştık. Bu süre zarfında kendisi her gün beni arıyor ve alacağım dövizden tut, uçağa biniş sürecini ve gerekli evrakları defaatle tekrar tekrar hatırlatıyordu. Ayrıca konaklamam için yer araştırması da yapmıştı. Bişkek’te olan bütün hostellere öğrencisini göndermiş ve detaylı bir aramadan sonra okuluma en yakın hostelde adıma rezervasyon yaptırmıştı. Uçuşumun olduğu günün her saatinde direktifler vererek beni bir an olsun yalnız bırakmamıştı. Nihayet saat 05:00’da Bişkek’e varmıştım. Beni karşılamak üzere Murat adında bir öğrencisini havalimanına göndermişti. Otele yerleştikten ve birkaç saat dinlendikten sonra saat 10:00 civarında heyecanla okuluma doğru yola koyulmuştuk. Ben ve Murat’ı rektörlük binasının önünde enstitü sekreteri Alina karşılamıştı. Kimin vasıtasıyla buraya geldin diye soran herkese falanca kişinin öğrencisiyim dediğimde ağızları kulaklarında bitiyordu. Öğretmenimin adını kime söylesem bütün kapılar ardına kadar açılıyordu. Sonunda öğretmenimizin buradaki akademi camiasında ağır ağabey gibi bir rolü olduğunu anlamıştım. Okul işlerim bir iki gün içerisinde bitmişti. Öğretmenimin bu sıralarda yoğun bir ders dönemi olduğu için ilk günler görüşememiştik. Bu sırada sürekli Murat’ı arıyor, gezeceğimiz yerleri ve hatta gideceğimiz saatlere kadar ona bildiriyordu. Birkaç gün sonra kendisiyle okulda buluşmak üzere hostelden çıkmıştım. İşenali Arabaev Üniversitesi rektörlük binasından içeri girdiğimde kendisini kapıda gördüm. Elini öpmek istedim ama izin vermedi. Birlikte tüm okulu gezmiş ve tüm idari kısımla tanışmıştık. Akşam Dostoyevski’nin kitaplarındaki bohem mekan tasvirlerine uyan kafenin birine oturduk. Tam 6 saat aralıksız muhabbet kapılarını aşındırmıştık. Akşamın sonuna doğru aileden sohbet açılmıştı. Babasından bahsederken bir anda küçük bir kıza dönüşüyor ve gözleri doluyordu. O sert mizaçlı öğretmenimiz aslında hâlâ babasının küçük kızıymış. Her kelimesi öylesine samimi, öylesine sevecen, öylesine güçlü ve öylesine merhamet doluydu ki çocuk doğurmayan bir kadının da “ana” olabileceğine kanaat getirmiştim. Kafeden çıkışta öğretmenimin sohbetini bırakamamış ve daha fazla muhabbet edebilmek için onunla evinin sokağına kadar yürümüştük. Ayrıca Bişkek’in sert havasında sadece gömlek giydiğim için kısa bir fırçadan sonra “kendine dikkat et e mi?” diyerek vedalaşmıştık. Ertesi gün birlikte akşam yemeği yemek için bir Türk lokantasında buluşmuştuk. Murat, ilk defa Türk kahvesi içiyormuş. Ben ve öğretmenim Murat’ın kahveyi içerken ekşiyen suratıyla iyi bir dalga geçtikten sonra lokantadan ayrılmıştık. Kendisi, bana bir kitap ve anneme de yöresel bir Kırgız kaftanı hediye almıştı. Üstelik geç saate ve soğuğa aldırmadan Bişkek sokaklarında bana Kırgız bayrağı hediye etmek için aranıp durmuştu. Nihayet Toktogol Filarmoni’sinin karşısındaki yer altı çarşısında kapanmak üzere olan bir dükkândan alabilmiştik. Vedalaşma zamanı gelip, çatmıştı. Öğretmenimin ellerini öptükten sonra “sabah geç kalma. Alarm kur. Beni habersiz bırakma emi? Çakşı bar (hayırlı yolculuklar).” dedikten sonra alt geçitte gözden kaybolmuştu. Uçuşum sabah 06:00 ‘da. Şu an saat sabaha karşı 03:00. Havalimanı biraz uzak olduğu için erkenden hostelden ayrılmıştım. Biraz yürüdükten sonra durağa varmıştım. İlk otobüsün hareket saatine daha çok varmış. Karşıda pastaneye benzer bir yerin açık olduğunu fark ettim. Mekana girdiğimde elinde bavulla duran adının Anara olduğunu öğrendiğim 50 yaşlarında Antalya yolcusu olan bir ablayla tanıştım. Havalimanı otobüsünü beklerken sabahçı mekanların birinde yeni arkadaşımla birlikte çay içiyorduk. Bu sırada yine telefonun çaldı. Arayan öğretmenimdi. “Alo, Muhsin, geçme kalmadın değil mi? Kendine dikkat et e mi? Varınca bana yaz, ara.” dedi. Ben uçağı kaçırmayayım diye uyumamıştı. Bir süre sonra otobüs şoförü uygulama üzerinden aradı ve durağa gelmemiz gerektiğini söylemesi üzerine Bişkek’ten ayrılmak üzere Manas Hava Limanına Ankara’ya doğru yola çıkmıştım.
Manas Havalimanından yazıyorum… Beni, şefkatli bir anne gibi bağrına basan ve Türk dünyası arasında köprü olan bugünün Kurmancan’larından, Tomris’lerinden sevgili ejem (ablam- öğretmenim) FARİZAT KURUMAEVA’ya sonsuz teşekkür ederim. Ayrıca hoşgörülerinden dolayı ilim ve bilim yuvası İşenali Arabayev Kırgız Devlet Üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü rektör yardımcısı sayın Prof. Dr. Aygül Çaldanbayeva, enstitü müdürü sayın Doç. Dr. Nurisa Abdıseyitova, enstitü sekreteri sayın Alina Yıldızbekovna eğitimim boyunca sorumluluğumu alan danışmanım sayın Prof. Dr. Aygül Abdrayeva'ya, Eş danışmanım Elazığ Fırat Üniversitesi Türk dili ve edebiyatı bölümünden Prof. Dr. Fatih Özek'e ve her koşulda bana destek olan sınıf arkadaşlarım Uluslararası Kuveyt Üniversitesi öğretim üyesi sayın Nasipa Akmatalieva, İşenali Arabayev Üniversitesi öğretim üyesi sayın Meerim Raspıkova’ ya çok teşekkür ederim. Selametle kalasın Nur Yiğitlerin diyarı şanlı Kırgızistan.


Tekrar görüşmek üzere.

bottom of page